“Cinsel kimlik karmaşası yaşayan yüzlerce aileyle görüştüm…”
Bu satırları bir sabah namazı sonrası, balkonumda yeşil çayımı yudumlarken kaleme alıyorum. Hava serin, kalbim derin. Bugüne kadar dokunduğum yüzlerce kalbin yüküyle yazıyorum bu yazıyı. Rabbim, bu satırların bir yerinden sana da şifa versin. Belki bir cümlede kendini bulur, belki bir örnekte çocuğunun kalbini duyarsın.
İçine Düşen Şüphe: Çocuğum Eşcinsel Olabilir mi?
Belki şu günlerde zihnini kurcalayan, yüreğini sıkıştıran bir düşünce var: “Acaba çocuğum eşcinsel olabilir mi?” Daha dün emzirdiğin, kucağında taşıyıp uykuya yatırdığın, minicik adımlarına sevindiğin oğlun şimdi büyüdü. Ergenliğe adım attıkça bakışları değişti, cümleleri yabancılaştı; sana tanıdık gelmeyen bazı hâller göstermeye başladı. Zaman zaman eline aldığın telefonunda gördüğün içerikler seni derinden sarstı. Belki kızlara değil, erkek arkadaşlarına olan aşırı ilgisi dikkatini çekti. Bazen kız gibi yürümesi, konuşması, hareketlerindeki yumuşaklık içini burktu. “Acaba yanlış mı gidiyor bir şeyler?” diye düşündün. Tüm bunlar seni korkutmuş olabilir. Ama bilmeni isterim: Bu yaşlardaki çocuklar kim olduklarını tanımaya, duygularını anlamlandırmaya, kimliklerini oluşturmaya çalışırlar. Her davranış, her merak kalıcı bir yönelim değildir. Kimlik; zamanla, çevreyle ve en çok da anne babanın rehberliğiyle şekillenir. Ve sen, bu karmaşanın ortasında hâlâ en çok etki eden kişisin. Gözlemleyen, düşünen, yön bulan ve yön veren ebeveyn.
Eşcinsel Ne Demek? Çocuğunun Duyduğu Kelimeleri Sen de Bilmelisin
Ergenlik dönemi, çocuğunun bedeni kadar kimliğini de tanımaya çalıştığı bir geçiş sürecidir. Bu yaşlarda yaşanan duygusal yakınlıklar, geçici hayranlıklar ya da benzeşme arayışları çoğu zaman cinsel kimlik karmaşasının bir parçasıdır. İşte biz bu nedenle, bu dönemde yaşanan geçici etkilenmeleri bir “eşcinsellik” olarak değil, cinsel kimlik karmaşası olarak tanımlarız. Çünkü bu karmaşa, zamanla çözülebilecek, yön bulabilecek bir arayıştır. Ancak ne yazık ki günümüzde bu arayışlara hemen isim koymak alışkanlık hâline geldi. Özellikle “gay”, “eşcinsel erkek” gibi etiketler, çocuğun üzerinde kalıcı bir baskı yaratır. Henüz kişiliği oturmamış, duygu dünyası karmaşık bir ergenin bu tür tanımlarla özdeşleşmesi, gelişimini olumsuz etkileyebilir. Oysa sen çocuğunu tanıyorsun. Onun küçükken nasıl bir mizaca sahip olduğunu, neye ne zaman merak duyduğunu sen biliyorsun. İşte bu yüzden, onun bu dönemde kurduğu duygusal bağlara değil; hangi duygusal ihtiyaçtan beslenerek bu bağları kurduğuna odaklanman çok daha değerlidir.
Telefonundaki İçerikler, Kız Gibi Hareketler: Ne Anlatıyor?
Bazen hiç hazırlıklı olmadığın bir anda eline geçer çocuğunun telefonu. Ve bir görüntü… Seni sarsar. Belki “gay pornografik” bir içerikti gördüğün, belki de kendi cinsinden biriyle ilişki temalı videolar… Gözlerin donup kalır, yüreğin sıkışır, zihnin bulanır. Daha birkaç yıl öncesine kadar masum sorular soran o çocuğun şimdi böyle içeriklerle karşılaşması seni hem şaşırtır hem korkutur. Üstelik bu görüntülere, uzun süredir dikkatini çeken bazı davranışlar da eşlik ediyorsa —örneğin kız gibi yürümesi, ses tonundaki incelik, ellerindeki ifade, karşı cinsle mesafeli duruşu— artık “bir şeyler ters mi gidiyor?” sorusu zihninde daha yüksek sesle yankılanmaya başlar.
Ve çoğu zaman hikâye benzerdir. Çocuk, çevresinden duyduğu bazı kelimelere anlam vermeye çalışır: lezbiyen, gay, biseksüel gibi kavramlar artık sosyal medyada sıradanlaşmıştır. Artık çocuğunun sadece senden değil, ekranlardan, arkadaş çevresinden ve sosyal medya içeriklerinden de öğrendiğini biliyorsun. Ona yabancı gelen bir kelime, bir videonun başlığında ya da arkadaşının ağzında karşısına çıktığında, merak uyandırır. Çoğu çocuk bu kelimelerin anlamını evde bulamadığında Google’a sorar. Ve işte tam da orada, internet yalnızca bilgi vermez; aynı zamanda bir kimlik dayatır. En masum aramalar bile çocukların karşısına pornografik görüntüler çıkarabilir. İşte o anda çocuğun merakı, farkında bile olmadan onu kendi yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan bir alana sürükler. İzlemeye başlar. İlk önce anlamaya çalışır; sonra belki utanır, belki tiksinir, belki de tekrar açar… ama çoğu zaman sessiz kalır. Çünkü gördüklerini seninle paylaşamaz. Korkar, utanır, suçluluk duyar. İşte bu yüzden senin bu süreçte yargılamadan, bağ kurarak yaklaşman; ne izlediğine değil, neden izlediğine odaklanman iyileştirici gücün olur.
Kimlik Karmaşasının Altında Ne Yatar? Psikolojik Bir Bakış
Çocuğunun bugün sergilediği bazı davranışları sadece sonuç olarak görmek kolaydır. Ama sen bir ebeveyn olarak, bu davranışların ardında yatan yapıyı merak ediyorsan; mesele artık sadece “ne yaptı?” değil, “neden yaptı?” sorusuna dönüşür. Bir çocuğun kimliği yalnızca neye maruz kaldığıyla değil, neyle bağ kurduğu, kiminle özdeşim geliştirdiği ve duygularını nasıl taşıdığıyla şekillenir. Özellikle cinsel kimlik gelişimi söz konusu olduğunda; bu süreci etkileyen üç temel psikolojik yapı öne çıkar: özdeşim nesnesi, bağlanma stili ve hassas mizaç.
Bu üç yapı, çocuğun davranışlarında çoğu zaman görünmez ama iç dünyasında derin izler bırakır. Aşağıda bu etkileşimleri sadeleştirilmiş bir görselle açıklamaya çalıştım. Ardından her bir öğenin ne anlama geldiğini birlikte değerlendireceğiz.
Cinsel Kimlik Gelişimini Etkileyen Üç Psikolojik Temel
Aşağıdaki görselde bir çocuğun cinsel kimlik gelişimini etkileyen üç temel yapı özetlenmiştir:
1. Özdeşim nesnesi, 2. Bağlanma stili, 3. Hassas mizaç.
Bu yapılar, çocuğun kişiliğini inşa ettiği duygusal zemini temsil eder.
Görselde de görüldüğü gibi, karşımızda bir çocuk var. Henüz kimliği tam oluşmamış, yönünü arayan, aidiyet ve bağlantı ihtiyacı duyan bir çocuk. Bu çocuğun karşısında durması gereken şey, sağlıklı bir özdeşim nesnesidir. Genellikle bu figür babadır; ama bazen anne, abla, öğretmen ya da başka bir yetişkin kadın da olabilir. Bu figür, çocuk için “ben böyle olacağım” dediği ilk modeldir. Ancak bu model yalnızca var olmasıyla değil, nasıl biri olduğu ile etki eder.
Eğer çocuk, özdeşim kuracağı figürü zayıf, değersiz, bastırılmış ya da incinmiş biri olarak algılıyorsa, iç dünyasında şöyle bir çatışma başlar: “Ben de onun gibi ezileceksem, kadın olmak istemiyorum.” Bu cümle kız çocuklarında zamanla kendi kadınlığını inkâra, kendinden uzaklaşmaya sebep olabilir. Çünkü çocuk, kadın olmanın ezilmekle eşdeğer olduğunu öğrenmiştir. Kadın olmak demek “fedakârlık yapıp görünmemek”, “kendinden vazgeçmek” ya da “sessiz kalmak” anlamına gelir hâle gelir. Bu, bilinçdışı bir kimlik reddine yol açar.
Ama bazen de durum tam tersidir: Özdeşim figürü olarak görülen kadın, bastırılmış değil; aşırı otoriterdir. Evin içinde yalnızca onun sözü geçer, kadında zarafet yoktur, nezaket yoktur, kadınlık inceliği kaybolmuştur. Baba ise bunun karşısında silik, çekilmiş, sürekli bastırılan bir figüre dönüşmüştür. Bu kez erkek çocuk şöyle düşünmeye başlar: “Eğer baba olmak buysa, ben erkek olmak istemiyorum.” Çünkü babası gibi edilgen, sessiz ve ezilen biri olmak istemez. Özdeşim geliştirmesi gereken erkek modeli ona güç değil, acizlik yansıtır. Erkekliği, bir kadın tarafından bastırılan bir kimlik olarak deneyimler. Bu durum da kimlik karmaşasının temel tetikleyicilerinden biri hâline gelir.
Sonuçta çocuk, ister kadın figürünü ister erkek figürünü özdeşim nesnesi olarak alsın; gördüğü şey sağlıksızsa, benliğini o yapıdan uzaklaştırarak korumaya çalışır. Ama bu korunma, aynı zamanda kimlikten uzaklaşmayı da beraberinde getirir. Ve çocuk, cinsiyetini reddetmez belki ama ona yüklenen anlamı reddeder.
Ama sadece model olmak yetmez. Çocuk ile o özdeşim figürü arasında bir bağ kurulmalıdır. O bağ güvenliyse, çocuk hem sevilmeye hem yönlendirilmeye açık olur. Fakat bağlanma stili güvensizse –örneğin sürekli terk edilme kaygısı ya da aşırı bağımlı bir ilişki varsa– çocuk bir süre sonra içsel anlamda savrulmaya başlar. Nereye ait olduğunu bilemez, duygusal boşluğunu nasıl dolduracağını kestiremez.
Güvensiz bağlanma, bazen çok açık bazen çok gizli yaşanır.
Mesela çocuk her gün “seni seviyorum” diyen bir anneye sahip olabilir ama bu sevgi hep bir koşula bağlıdır: “Yemeğini yersen seni severim, sınavdan iyi not alırsan seninle gurur duyarım…” Bu durumda çocuk, sevgiye her an veda edebileceğini hisseder.
Ya da tam tersi: Çocuğa çok fazla sarılan, her şeye karışan, nefes alacak alan bırakmayan bir ebeveyn de olabilir. Bu da çocuğun benlik sınırlarını oluşturulmamasına yol açar. Dışarı çıktığında savunmasız, kararsız, bağımlı bir kişilik geliştirir.
“Oğlum arkadaşına gitmek istiyorsan ben de geleyim, seni yalnız bırakmam” gibi cümleler, çocuğun duygusal olarak kendini birey gibi hissetmesini engeller.
Bir başka güvensiz bağlanma örneği de ilgisiz, duyarsız bir baba figürüdür. Evde vardır ama yok gibidir. Göz teması yoktur, ortak etkinlik yoktur, ses tonu soğuktur. Çocuk, babasının yanında “fazlalık” gibi hisseder. Bu çocuk ileride kendisini seven biriyle karşılaştığında bile sevgiyi taşıyamaz, çünkü o duyguyla ne yapacağını hiç öğrenememiştir.
İşte bu tarz güvensiz bağlar, çocuğun iç dünyasında “ben nereye aitim?” sorusunu boşa düşürür. Kimliğini bir yere sabitleyemez, çünkü bağlandığı yerin sabit olmadığını çok erken yaşta öğrenmiştir.
Bu yüzden, çocuğun davranışlarını değil; o davranışların bağlı olduğu duygusal zeminleri anlamaya çalışmalısın. O davranışın arkasında belki sadece bir cümle saklıdır:
“Sevileceğimi bilsem, ben de kendim olurum.”
Fakat burada kritik bir üçüncü faktör daha vardır: çocuğun mizacı.
Yüzlerce vakada tekrar tekrar gözlemlediğim bir şey var. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: cinsel kimlik karmaşası yaşayan çocukların tamamı hassas mizaçlı. Duyguları daha yoğun yaşayan, ayrıntılara daha çok takılan, göz temasında bile çok şey hisseden çocuklar… Bu çocuklar sıradan bir ilgisizliği bile “ben sevilmiyorum” gibi algılayabilir. Ve bu duygusal derinlikleri, onları daha kırılgan bir iç dünyaya çeker.
İnan bana, onların gözlerine baktığımda sadece bir kimlik arayışı değil, bir güzellik de görüyorum. O çocukların her biri başka bir dünyaya aitmiş gibi bakıyor hayata. Bizim görmediğimizi görüyor, bizim duymadığımızı hissediyorlar. Ama işte bu hassasiyet, onları kırılgan yapıyor. Eğer yeterince anlaşılmaz, bağlanmaz ve doğru figürle özdeşim kuramazlarsa; kimlik karmaşasına sürüklenmeleri çok daha kolay hâle geliyor.
İşte bu yüzden çocuğunun davranışlarını yorumlarken, bu üç yapıya bir bütün olarak bakman gerekiyor. Hangi modele hayran? Kime bağ kurmuş? Ve duygularını hangi derinlikle yaşıyor? Bu sorulara dürüstçe bakabilirsen, sadece çocuğunu anlamış olmazsın — aynı zamanda onun kurtuluş yolunu da açmış olursun.
🎥 Bu Görselin Açıklamasını Konferans Bildirisinden Dinlemek İstersen:
👉 Cinsel Kimlik Gelişimi ve Aile Etkisi – Müjde Yahşi (YouTube)
Uluslararası Aile Sempozyumu’nda sunduğum bu bildiride, görseldeki yapıları detaylı örneklerle anlattım. Çocuğunun iç dünyasını daha yakından görmek isteyen her anne babaya bu sunumu özellikle öneriyorum.
Eşcinsel Olduğu İçin mi Böyle Davranıyor, Yoksa Bir Şeylere Tepki mi Veriyor?
Belki de zihninde dolaşan en güçlü cümle şu: “O böyle davranıyor çünkü eşcinsel.” Ama durup şunu sorman gerek: Acaba bu davranışın sebebi gerçekten sabit bir kimlik mi, yoksa sadece bir tepki mi? Bir çocuk, özellikle ergenlik döneminde, yaşadığı içsel boşluklara, ihmal edilmiş duygulara, anlaşılmamış ihtiyaçlara tepki olarak da farklı davranışlar sergileyebilir.
Özellikle ilgi eksikliği yaşayan, duygusal bağ kurmakta zorlanan ya da model olarak gördüğü figürle yeterince ilişki geliştiremeyen çocuklar, aidiyet duygusunu başka yerlerde aramaya başlar. Bazen kendisi gibi yalnız olan biriyle yakınlaşır, bazen de anlaşılma arzusu onu farklı duygulara sürükler. Bu bağlamda gösterdiği davranışlar, çoğu zaman kimliğini değil, kırılmış bir bağın acısını ya da duygusal bir boşluğun yankısını ifade eder.
Kimlik karmaşası yaşayan bir çocuk, sana yabancı gelen bir davranışı sergilediğinde; o davranışın ardındaki mesajı çözmeye çalış. Bir çocuk bazen anne ilgisinin eksikliğini bir kıza bağlanarak değil, bir kıza öfkelenerek; bazen baba boşluğunu kızlarla yakınlaşarak değil, bir erkekle duygusal yakınlık kurarak telafi etmeye çalışır. Bu davranışların altında çoğu zaman bir kimlik tercihi değil, bir duygusal ihtiyaç, bir arayış, bir ses duyulmak ister. Senin görevin bu sesi duymak. Etiketi değil, ihtiyacı görmek.
Ne Yapabilirsin? Cinsel Kimlik Karmaşasında Yargılamadan, Etiketlemeden Yol Arkadaşı Olmak
Bir anne ya da baba olarak şunu bilmelisin: Cinsel kimlik karmaşası yaşayan bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu şey, etiketsiz bir anlayış ve kararlı bir rehberliktir. Suçlamak, korkutmak, bastırmak yalnızca o çocuğu daha da içine kapatır. Oysa senin şefkatin ve tutarlılığın, onun içinde düğüm olan bu karmaşayı çözmek için ilk iptir. Bazen sadece şu cümle bile bir çocuğun içini rahatlatabilir:
“Seni seviyorum ve sana yardımcı olmak istiyorum. Ne yaşarsan yaşa, sen benim evladımsın.”
Eğer bir erkek çocuğun varsa, bil ki onun kimlik gelişiminde baba figürü çok merkezi bir rol oynar. Erkek çocuklar, “erkeklik nedir?” sorusunun cevabını annelerden değil, babalardan öğrenir. Bu nedenle babayla geçirilen kaliteli zaman, birlikte oynanan futbol oyunları, yürüyüşler, küçük tamir işleri, kahkahalı sohbetler ya da birlikte ter dökülen bir spor salonu, sadece bir etkinlik değil; kimliğe dokunan bir özdeşim alanıdır. Baba, çocuğa şöyle diyebildiğinde çok şey değişebilir:
“Oğlum, birlikte vakit geçirmeyi çok seviyorum. Bu hafta beraber sahile inelim mi?”
Ya da:
“Seninle gurur duyuyorum, ne hissediyorsan konuşabiliriz.”
İkinci önemli unsur ise evin duygusal liderliğinin babada olmasıdır. Otorite demek baskı demek değildir. Otorite, güvenle bağ kurabilen, hem sınır koyabilen hem sevgi gösterebilen bir duruşu ifade eder. Bir baba evin içinde saygı duyulan, kararlı ama yargılamayan bir figürse; erkek çocuk da kendi kimliğini daha sağlam, daha huzurlu bir zemine inşa eder. Annenin kapsayıcı olması kadar, babanın yön gösterici olması da çocuğun duygusal haritasını belirler. Babadan şu sözleri duymak bir çocuk için hem güven hem yön duygusu oluşturur:
“Ben senin arkandayım, ama neye karşı olduğumu da bilmeni istiyorum.”
“Kafana takılan bir şey olursa, benimle açıkça konuşabilirsin.”
Unutma, çocuğun bu süreçte birçok şeyi yanlış anlayabilir, kendini sorgulayabilir. Ama sen ona koşulsuz sevgiyle birlikte, doğru yerde duran bir ebeveyn modeli sunarsan, o da zamanla kendi yerini bulacaktır. Yeter ki onu hemen tanımlama, hemen yönlendirme ama yönsüz de bırakma. Ve en önemlisi:
“Senin için dua ediyorum, bu yolda yalnız yürümeyeceksin.”
Cinsel Kimlik Karmaşası Aşılabilir, Yeter ki Yolun Başında Fark Edilsin
Cinsel kimlik karmaşası yaşayan yüzlerce aile ile görüştüm. Ve neredeyse hepsinde benzer bir cümleye tanık oldum:
“Aslında fark ettik… Ama konduramadık.”
Özellikle babalar için bunu kabul etmek daha da zordu. Çünkü bir baba, oğlunda böyle bir karmaşa ihtimalini düşünmek istemiyor. Belki gururuna yediremiyor, belki bu konunun adını bile anmak istemiyor. Ama çocuk, kendi iç dünyasında savrulurken; bir bakışıyla, bir suskunluğuyla, hatta kimi zaman öfkesinin arkasına saklanarak yardım çağrısı veriyor. Annelerdense genellikle şu sözleri duyuyorum:
“Biliyordum, ama eşime bir türlü söyleyemedim. İçim içimi yiyordu.”
Çocuklar bazen konuşarak değil, susarak da kimliklerini anlatır. Ama o suskunluk, zamanında duyulmazsa yıllar sonra yerini daha derin bir iç çatışmaya bırakabilir. Cinsel kimlik karmaşası; doğuştan gelen, değiştirilemez bir yönelim değil; çoğu zaman çevresel etkilerin, kırık bağların, kopuk özdeşimlerin ve taşınamamış duyguların sonucudur. Ve bu karmaşa, yolun başında fark edilirse, onarılabilir, yön bulabilir.
Bu yüzden ne erken etiketle ne geç kal. Ne baskı kur ne de boş bırak. Ama mutlaka yol arkadaşı ol. Çünkü çocuklukta şekillenen bu kimlik, senin ona nasıl eşlik ettiğinle ya güçlenir ya da savrulur.
Unutma:
Her çocuk kendi kimliğini bulabilir. Ama o kimlik, doğru ellerde şekillenirse ruhunu da taşır.