Doğa insan yaşamının en büyük ihtiyaçlarının başında gelir. Fakat yaşadığımız metropol hayatın hızlı temposu, ileri teknolojik ürünler ve vaktimizin çoğunu geçirdiğimiz kapalı mekanlar bizi her geçen gün doğadan biraz daha uzaklaştırıyor.
Son zamanlardaki araştırmalara göre şehirlerde yaşayan çocuklarda köylerde yaşayan çocuklara oranla; kaygı bozuklukları, dikkat eksikliği- hiperaktivite bozukluğu, anksiyete, depresyon belirtileri ve mental rahatsızlıkların görülme olasılığı daha yüksek olduğu düşünülüyor.
Peki neden?
Çünkü, şehirde yaşayan çocukların günlük yaşantısında dikkatini dağıtan, odaklanmasında sorun yaşatan ve çocuklarda kaygı oluşturan pek çok neden var.
Sürekli bir yerlere yetişen insanlar ve arabalar, trafikte geçirilen uzun saatler, sürekli çalan kornalar, bitmek bilmeyen inşaat sesleri ya da bir anda karşılaşılan cadde-sokak bakım çalışmaları… Aslında alışık olduğumuz ve yaşamımızın parçası olan bu ses ve görüntüler farkında olmadan çocuklarda pek çok problemi beraberinde getirebiliyor.
Diğer yandan doğanın; kuş cıvıltıları, akan nehrinin sesi, rengarenk görünen bitkileri, mis gibi havası ise doğanın terapötik etkisiyle insan ruhuna şifa olarak yansıyor.
Doğayla temas halinde yaşayan çocuklar; duygusal zekaları daha yüksek, ruh sağlığı ve bağışıklık sistemleri daha güçlü oluyor dolayısıyla yaşamın getirdiği zorluklara rağmen yaşama çok daha güçlü tutunabiliyor.
Şimdilerde; yerinde beş dakika bile duramayan, derslerinin başında belli bir süre oturamayan, okuduğu paragrafı bir kerede anlayamayan, her şeyden çok çabuk sıkılan, aile bağları ve sosyal ilişkileri zayıf, özgüveni gelişmemiş, öfkesini kontrol edemeyen, stresli, hatta saldırgan çocukların sayısı giderek artıyor.
Tüm bunların en büyük nedenlerinden biri de doğanın terapötik etkisinden uzakta kalmak olduğunu söyleyebiliriz.
Gelişen teknoloji ile birçok çocuk, tabletsiz yemek dahi yiyemezken, zaman ve program sınırlandırılması yapılmadan izlenen televizyonlar, saatlerce oynan bilgisayar oyunları, uzun süre kalınan kapalı mekanlar, DEHB’den tutun da Öfke-Kaygı-Anksiyete Bozukluklarına ve hatta depresyona kadar kapılarını çalıyor.
Dolayısıyla araştırmalar doğanın terapötik etkisinden uzakta büyüyen çocukların; görme, duyma, işitme ve tat alma duyuları, yaratıcı ve duygusal zekaları, fiziksel gelişimleri ve becerileri, beslenme ve uyku düzenleri ve öz disiplin oluşumları doğa ile iç içe büyüyen çocuklara oranla daha az gelişmiş olduğunu destekliyor.
Şehirde yaşayan ailelerin oturacakları evi ve çocuklarının okuyacakları okulu seçerken mümkünse yeşil alanı olan okul ve evleri tercih etmeleri doğa eksikliğini bir nebze tamamlayabilir.
Hafta sonları AVM ya da kapalı oyun alanları yerine doğa içinde bulunan mekanları tercih etmeleri, havanın güneşli günlerinde çocuklarıyla sık sık piknik ve doğa yürüyüşü yapmaları; çocuğun ailesi ile olan duygusal bağlarını güçlendirirken, çocuklarının sosyal ve ruhsal gelişimine de katkı sağlayabilir.
Evin balkonunda yetiştirilen bir bitkinin dahi çocuğun ruhsal gelişiminde katkısı olduğu düşünülürse, doğa ile içi içe yaşayan çocuğun ruhsal gelişimi doğanın terapötik etkisi ile daha sağlıklı olabilir.
Uzman Klinik Psikolog Müjde Yahşi